İnsan kendini ifade etmekte neden zorlanır? Neden düşündüğünü, hissettiğini bir türlü tam istediği gibi anlatamaz?
Hepimizin içine düştüğü bu sevimsiz durumun birçok sebebi var.
Bunlardan birincisi kendimizi fazla önemsememiz.
Sizin de başınıza gelmiştir, çoğu insan daha önce hiç görmediği birisiyle tanıştırıldığında bu insanın ismini daha birinci dakikada unutur. Hele aynı anda birkaç kişiyle tanıştırıldığı zaman pek azının ismi kalır aklında. Bunun sebebi kişinin kendini fazla önemsemesidir. Başkalarıyla tanıştığında insan o kadar kendisiyle meşguldür ki karşısındakine dikkatini veremez. O anda kendisinin nasıl göründüğünün telaşı içindedir. Bu durum daha geniş bir topluluğa konuşma yapanlar için daha da vahim bir hal alır. Çoğu insanın bir topluluğa konuşma yaparken çektiği zorluk aslında kendisiyle fazla meşgul olmasındandır.
İnsanın kendisi ifade etmesinin önündeki ikinci büyük engel, konuştuğu konuda bütün bildiklerini söylemesi gerektiği yanılgısıdır. Çoğu insan bir konuda sahip olduğu bilgilerin tümünü anlatmak için çırpınır. Sanki bazı bilgileri dile getirmese “sözlüde” kırık not alacakmış gibi hisseder kendini. Çoğu insanın bu kadar çok konuşması –ama aynı ölçüde anlaşılamaması- bu nedenledir. Çok konuşmakla iyi anlaşılmak farklı şeylerdir.
Bazı insanlar da teknik terimlerle ya da yabancı dilden aktardıkları sözcüklerle konuşurlar. Böyle yaparak kendilerini daha üstün bir yere konumladıklarını zannederek hiç anlaşılmaz olurlar. Sadece anlaşılmaz değil, bence itici de olurlar aynı zamanda.
Bir başka engel ise konuşan kişinin mutlak bir mantık silsilesi içinde olması gerektiğine olan inancıdır. Çoğu insan konuşurken kendini sınavdaymış gibi hisseder. Sanki başkaları onun hatalarını bulmak için dinliyorlarmış gibi bir kaygıyla konuşur.
Oysa insanın kendini anlatması için ne söyleyeceğini bilmesi ve içten olmasından başka şeye ihtiyacı yoktur.
İnsanın amacı kendisini ortaya koymak, ne kadar çok bildiğini sergilemek değil de konuştuğu insanlara kendi duygu ve düşüncelerini anlatmak olursa iletişim dili ve davranışı kendiliğinden düzelir.
Eğer insan çok iyi bildiği bir konuda bile çevresindekilere kendini anlatmakta zorlanıyorsa düşündüklerini anlatmak için çırpındıkça etrafındaki insanlar uzaklaşıyorsa sorun kişinin tavır ve davranışlarındadır.
Kevin Hogan, “Bilimsel araştırmalar bir bilim adamı için çok heyecan verici, ancak bir okur için uyku hapı niteliğinde olabilir. Benim işim bütün çalışmaları incelemek ve herkesin anlayabileceği bir şekilde anlatmaktır. Eğer bir kuantum fizikçisi olsaydım, çocuklar için kuantum fiziği kitabı yazardım. Benim yapmak istediğim zor meseleleri kolay anlaşılabilir hale getirmektir.” der.
İnsanın aklındakileri anlatabilmesi için karşısındakinin hem bilgi düzeyini hem de ruh halini anlaması gerekir. Ancak bu şekilde anlatanla dinleyen aynı dalga boyuna girer. İnsanın kendisini anlatması için önce kendini karşısındakinin yerine koyması gerekir.
İnsanlara yukardan bakarak iletişim kurmaya çalışmak boşuna bir uğraştır. Kimse kendisini küçük gören birisini dinlemek istemez. Hiç kimse kendisine buyurgan bir edayla konuşan insanı dinlemek istemez. İyi bir iletişim kurmak insanların kalplerine, vicdanlarına, sağduyularına hitap etmek ve onlara saygılı olmaktan geçer.
Öykülerin etkili olmasının nedeni budur. Öyküler buyurgan değildir. Öyküler bizim zaten içten içe bildiğimiz (zımnen bildiğimiz) bilgiler içerir. Herkes “çirkin ördeğin güzel bir kuğuya” dönüşmesinin ne demek olduğunu bilir.
Başkalarının düşünce ve davranışlarında kalıcı değişiklikler yapmak hiç de kolay değil. Ancak şunu da biliyoruz ki insanları ikna etmek, onları harekete geçirmek için öykülerden daha etkili bir yol yok. Bu yol özel ilişkilerimizde de iş hayatımızda da geçerli bir yol.
Doğru zamanda, doğru şekilde anlatılan bir öyküden etkilenmeyecek insan yok. Öykü anlatanlar, dinleyenlerin zihinlerindeki direnci kırarak onların dünyalarına girme şansını elde ederek kendi düşüncelerini kolaylıkla aktarabilirler.
Coşkuyla, tutkuyla, karşısındakilerle empati kurarak, onlara saygı göstererek öykülerini anlatan herkes konumu ve durumu ne olursa olsun doğal bir lider olarak sivrilir. Öyküler tüm insani ilişkilerde duygusal birer köprü gibidir. Öyküler sadece ikna etmekle kalmaz insanları da birbirine yakınlaştır. Öyküler aklı ve yüreği birbirine ekler. Bu sebeple hangi alanda olursa olsun, etkili iletişim kurmak isteyen herkesin öykü anlatmayı kendi hayatına sokması gerekir.
Hepimiz mantıklı olmak konusunda ne kadar tutarlı ve sağlam bir yol izlersek o kadar etkili olacağımızı düşünüyoruz. Hem özel ilişkilerimizde, hem iş hayatında en sık bu yola başvuruyoruz. Ama maalesef insan aklı mantık yoluyla ikna olmaya hiç yatkın değil. Çelişkili gibi görünse de bir insanın görüşünü mantıkla değiştirmeye çalışmak, kişinin kendi görüşünün daha da sağlamlaşmasına yol açar. İnsan önemli bir konuda fikrini değiştirirse kendini zayıf ve kimliksiz kalmış hissedeceği için kendi görüşüne daha fazla sarılır. İkna etmeye çalışan insan, mantık yolunu izledikçe arzu ettiği amaçtan uzaklaşır. Bu kısır döngüyü kırmanın belki de tek yolu öykü anlatmayı denemektir.
İnsanları bilgi ve uzmanlıkla etkilemek zor. Ağzımızdan taşan büyük sözler, anlaşılması zor kavramlar, teknik laflar, istatistikler yerine günlük hayattan öyküler, hayatın içinden benzetmeler (metaforlar), kişisel deneyimler hemen her konuyu çok daha anlaşılır kılar. Hepimiz doğal, dostça konuşan, gündelik dil kullanan kişilerle daha çabuk ve daha rahat bir iletişim içine gireriz.
Öykü anlatma dünya üzerindeki en eski sanatlardan biridir. Bizim kültürümüzde meddahlar, halk ozanları bu geleneği bugüne taşımış ustalardır. Günümüzde bazen bir kafede bir masanın etrafında, bazen bir sokak köşesinde, bazen bir televizyon kanalında ya da bir ofisin koridorunda bir anlatıcının etrafında toplanmış insanlar bu geleneği sürdürürler.
Fakat konu ciddiyete gelince öykü anlatmak pek az kişinin aklına geliyor. Kendi düşüncelerini anlatmak üzere insanların karşısına çıkan, gazete ve televizyonlarda röportaj yapan liderler bu yöntemi pek kullanmıyorlar. Öykü anlatmak yerine sadece mantık yolunu izlemeyi tercih ediyorlar. Çoğunun kullandığı dil son derece teknik terimlerden oluşan, sadece konunun uzmanlarının anlayacağı bir dil.
Hem kendilerini fazla önemsiyorlar hem de bütün bildiklerinin hepsini anlatma telaşına giriyorlar. Kullandıkları dil son derece teknik ve sadece uzmanların anlayacağı bir dil. Yöntemleri tamamen mantıksal. Aldıkları sonuç ise moral bozucu. Onca hazırlığa, onca emeğe rağmen konuşmaları son derece etkisiz.
Ben kültürümüzün içine bu kadar işlemiş olan öykü anlatmayı liderlerin neden hiç kullanmadıklarını kabullenmekte zorlanıyorum. Galiba öykü anlatmak onlara “çocuksu” ve fazla “masalsı” geliyor ve bu nedenle olabildiğince “mantıklı” ve “teknik” konuşmalar yapıyorlar.
Türkiye’de Sakıp Sabancı’dan sonra kendisi gibi davranan, kendini önemsemeden dinleyiciyle empati kuran lider pek çıkmıyor. Bence yeni nesil liderlerin öykü anlatma yolunu daha çok kullanmaları gerekir.
temelaksoy.com
Anahtar Kelimeler: Kendini Anlatmak , İfade Etmek , Kendini Örnek Göstermek