Yirmi (20) dil bilip onları konuşmak ister miydiniz? Çoğu insan buna evet diyor. Peki bu kadar dil öğrenilebilir mi? Evet. Öğrenene Var mı? Evet. İşte hikayesi..
Son birkaç yıldır medyada benim için “Dünyanın En Genç Hiperpoliglotu” tanımını kullanıyorlar. Kulağa daha çok nadir görünen bir hastalık gibi gelen bu kelimenin gerçek anlamı şu: Çok sayıda yabancı dil konuşan ve kelimelere karşı duyduğu “tüketim” tutkusu tek bir gramer kitabıyla saatler geçirmesine sebep olan kişi.
Ancak her ne kadar 20 farklı dilde – kendi anadilim İngilizce dahil – konuşabildiğim doğru olsa da, bir dili bilmenin, alışveriş yaparken Arapça pazarlık yapmaktan ya da Hintçe yazılmış bir menüden yemek sipariş etmekten çok daha öte bir şey olduğunu anlamam biraz zaman aldı.
Dil eğitimime 13 yaşımda başladım. Orta Doğu ilgimi çekmeye başlayınca ben de kendi başıma İbranice çalışmaya başladım. Bugün nedenini hala tam olarak anlayamadığım bir şekilde İsrailli funk müzik grubu Hadag Nachash’a hayran kaldım ve her sabah onların albümünü dinledim. Bir ayın sonunda 20 şarkısını da ezbere öğrendim. Üstelik ne anlama geldiklerini bilmesem de… Ancak şarkıların çevirisini öğrendikten sonra sanki kafamın içine bir sözlük “yüklemiş” gibi hissettim. Artık yüzlerce İbranice kelime ve deyiş biliyordum ve tek bir dil kitabının kapağını bile açmam gerekmemişti.
Bir deney yapmaya karar verdim. Her gün New York’ta yaşadığım mahallede İsrail kafelerini ziyaret ederek ve insanların konuşmalarına kulak misafiri olarak saatlerce yürüdüm. Bazen kendimi tanıtma, kafamdaki bütün şarkı sözlerini yeniden düzenleyerek ve onları yeni, garip ve bazen doğru cümlelere dönüştürerek konuşma cesareti bile gösteriyordum. Anlaşılan o ki önemli bir şey keşfetmiştim.
Sonra Arapçaya geçiş yaptım. Her sabah haberleri elimde bir sözlükle okuyarak ve sokak satıcılarıyla konuşarak Arapça çalıştım. Ardından Farsça, sonra Rusça ve Çince geldi. Ve 15 başka dil daha…
Sonra bir gün, okul tatilinde dil öğrenme tutkuma yepyeni bir boyut katacak bir şey yaptım. Arapça konuştuğum bir videoyu İngilizce altyazılarla birlikte Youtube’a yükledim. Çoğunluğu Orta Doğu’da yaşayan insanlardan çok az ama heyecan verici tepkiler aldım: “Devam et Tim!” Yeni videolar yüklemeye devam ettim. İzleyicilerim gittikçe çoğaldı. Ve Peştuca (Afganistan’da ve Pakistan’ın batı kesiminde yaşayan Peştular’ın konuştuğu dil) videomu iki günde 10 bin kişi izledi.
Birden bildiğim tüm dillerde konuşacak insanlara ulaşmaya başlamıştım. Üstelik sadece ana dili olan kişilere değil benim gibi dile merak duyan insanlara da. İnternet sayesinde dil tutkunu insanlardan oluşan muhteşem bir grup oluşturmuştuk.
Sıradan bir günüm, arkadaşlarımla Skype’tan Fransızca ve Türkçe konuşarak, bir saat boyunca Hint pop müziği dinleyerek ve kucağımda Yunanca ya da Latince bir kitapla akşam yemeği yiyerek geçiyordu. Artık dil benim için yaz okullarında, okulda ve web forumlarında kısacası her yerde peşine düştüğüm bir “saplantı” haline gelmişti.
2012 yılının Mart ayında BBC and The New York Times‘ta benimle ilgili haberler çıkmaya başladı: “20 Dil Birden Konuşan Genç!” Benim gibi hiperpoliglotlar, Bologna kardinali Giuseppe Mezzofanti’nin 50′den fazla dil bildiğini söylediği 19. yüzyıldan beri bir merak konusu. O zamandan beri insanlar, bunun doğuştan gelen bir yetenek mi yoksa sonradan öğrenilen bir beceri mi olduğunu tartışıyor.
Nöro-dilbilimcilerinin cevabı ise “her ikisinden biraz.” New York Üniversitesi dilbilim profesörü Loraine Obler şöyle diyor: “Beyinleri dil öğrenmek için ‘kurulmuş’ insanlar var. Bu tıpkı resim konusunda daha yetenekli olan insanlarınkine benziyor. Daha fazla dil bildikçe beynin öğrenme becerisi de artıyor. Küçük yaşta ikinci dili öğrenmek, birbirileriyle hiç alakaları olmasa da üçüncü bir dili öğrenmenize de yardımcı oluyor.”
Peki, bir dili konuşmak ne demek? Dilleri keşfetmeye başlarken, “konuşmak” ve “akıcılık” gibi kelimelere karşı hayranlık duyan bir bakışım vardı. Ancak daha sonra bir dili akıcı olarak konuşsanız bile bazı bölümlerini anlamakta zorluk çekebildiğinizi fark ettim. İngilizce benim ana dilim. Ancak gerçekte konuştuğum İngilizce, genç argosuyla Manhattan-ca’nın bir karışımıydı. Avukat olan babamı ve onun başka avukatlarla konuşmasını dinlediğimde, kullandıkları kelimeler bana Fince kadar yabancı geliyordu. Shakespeare’i elimde sözlük olmadan kesinlikle okuyamazdım. Jamaikalılarla ve Cajunlarla dolu bir odada da kendimi eşit derecede çaresiz hissederdim. Oysa hepimiz İngilizce konuşuyoruz.
Polonya asıllı İngilizce öğretmenim, benden daha iyi İngilizce konuşuyor ve konuşmalarını hayatımda ilk kez duyduğum İngilizce terimlerle süslerken benden çok daha “yerli” görünüyordu. Ancak geçen gün, “yetkin” kelimesini daha önce hiç duymadığı ortaya çıktı. Bu İngilizce konuşmuyor anlamına mı geliyordu? Eğer bir dili konuşmanın standardı o dilin her kelimesini bilmekse – örneğin nükleer füzyon hakkında tartışırken de, klasik müzik hakkında konuşurken de kendini rahat hissetmekse – o zaman neredeyse hiç kimse kendi ana dilini akıcı bir şekilde konuşamıyor.
Sonuç olarak dil, bir kültürün tarihinin ve dünyaya bakışının yaşayan kanıtıdır. Ayrıca dil, ticaret, fetih ve kültürün karmaşık bir bileşimidir ve hepimiz dile kendi eşsiz parçamızı ekleriz. İster bir Shakespeare sonesi olsun, ister argo bir rap şarkısı… Hepsi o dilin parçası olur.
Artık bir dili “konuşuyorum” demenin çok farklı anlamlara geldiğini anladım: Fiil çekimlerini ezberlemek anlamına gelebilir. Halk dilini ve argoyu bilmek, hatta o dilin yerlisi sanılmak anlamına da gelebilir. 20 dili asla akıcı bir şekilde konuşamayacağımı öğrendim artık. Bir dili bilmenin insanlarla konuşabilmek, kültürel sınırların ötesini görmek ve “insanlığı” paylaşmak olduğunu da öğrendim. Ve bu gerçekten öğrenmeye değer bir ders.
Sıradan bir günüm, arkadaşlarımla Skype’tan Fransızca ve Türkçe konuşarak, bir saat boyunca Hint pop müziği dinleyerek ve kucağımda Yunanca ya da Latince bir kitapla akşam yemeği yiyerek geçiyordu. Artık dil benim için yaz okullarında, okulda ve web forumlarında kısacası her yerde peşine düştüğüm bir “saplantı” haline gelmişti.
2012 yılının Mart ayında BBC and The New York Times‘ta benimle ilgili haberler çıkmaya başladı: “20 Dil Birden Konuşan Genç!” Benim gibi hiperpoliglotlar, Bologna kardinali Giuseppe Mezzofanti’nin 50′den fazla dil bildiğini söylediği 19. yüzyıldan beri bir merak konusu. O zamandan beri insanlar, bunun doğuştan gelen bir yetenek mi yoksa sonradan öğrenilen bir beceri mi olduğunu tartışıyor.
Nöro-dilbilimcilerinin cevabı ise “her ikisinden biraz.” New York Üniversitesi dilbilim profesörü Loraine Obler şöyle diyor: “Beyinleri dil öğrenmek için ‘kurulmuş’ insanlar var. Bu tıpkı resim konusunda daha yetenekli olan insanlarınkine benziyor. Daha fazla dil bildikçe beynin öğrenme becerisi de artıyor. Küçük yaşta ikinci dili öğrenmek, birbirileriyle hiç alakaları olmasa da üçüncü bir dili öğrenmenize de yardımcı oluyor.”
Peki, bir dili konuşmak ne demek? Dilleri keşfetmeye başlarken, “konuşmak” ve “akıcılık” gibi kelimelere karşı hayranlık duyan bir bakışım vardı. Ancak daha sonra bir dili akıcı olarak konuşsanız bile bazı bölümlerini anlamakta zorluk çekebildiğinizi fark ettim. İngilizce benim ana dilim. Ancak gerçekte konuştuğum İngilizce, genç argosuyla Manhattan-ca’nın bir karışımıydı. Avukat olan babamı ve onun başka avukatlarla konuşmasını dinlediğimde, kullandıkları kelimeler bana Fince kadar yabancı geliyordu. Shakespeare’i elimde sözlük olmadan kesinlikle okuyamazdım. Jamaikalılarla ve Cajunlarla dolu bir odada da kendimi eşit derecede çaresiz hissederdim. Oysa hepimiz İngilizce konuşuyoruz.
Polonya asıllı İngilizce öğretmenim, benden daha iyi İngilizce konuşuyor ve konuşmalarını hayatımda ilk kez duyduğum İngilizce terimlerle süslerken benden çok daha “yerli” görünüyordu. Ancak geçen gün, “yetkin” kelimesini daha önce hiç duymadığı ortaya çıktı. Bu İngilizce konuşmuyor anlamına mı geliyordu? Eğer bir dili konuşmanın standardı o dilin her kelimesini bilmekse – örneğin nükleer füzyon hakkında tartışırken de, klasik müzik hakkında konuşurken de kendini rahat hissetmekse – o zaman neredeyse hiç kimse kendi ana dilini akıcı bir şekilde konuşamıyor.
Sonuç olarak dil, bir kültürün tarihinin ve dünyaya bakışının yaşayan kanıtıdır. Ayrıca dil, ticaret, fetih ve kültürün karmaşık bir bileşimidir ve hepimiz dile kendi eşsiz parçamızı ekleriz. İster bir Shakespeare sonesi olsun, ister argo bir rap şarkısı… Hepsi o dilin parçası olur.
Artık bir dili “konuşuyorum” demenin çok farklı anlamlara geldiğini anladım: Fiil çekimlerini ezberlemek anlamına gelebilir. Halk dilini ve argoyu bilmek, hatta o dilin yerlisi sanılmak anlamına da gelebilir. 20 dili asla akıcı bir şekilde konuşamayacağımı öğrendim artık. Bir dili bilmenin insanlarla konuşabilmek, kültürel sınırların ötesini görmek ve “insanlığı” paylaşmak olduğunu da öğrendim. Ve bu gerçekten öğrenmeye değer bir ders.
Timothy Doner kimdir?
Harvard’da eğitimine yeni başlayan Doner, zamanının çoğunu New York’taki farklı mahallelerde gezerek dil becerilerini mükemmelleştirme çalışmalarıyla geçiriyor. Youtube kanalı PolyglotPal, 5 milyondan fazla hit aldı. Timothy Doner 2014′te TEDxTeen’de bir konuşma yaptı.
kisiselbasari.com
Anahtar Kelimeler: Timothy Doner , Yabancı , Dil , Nasıl Öğrenilir , Sır , Eğitim , Başarı Hikayesi